DOLAR 32,3488 0.29%
EURO 35,1166 -0.09%
ALTIN 2.307,501,33
BITCOIN 22765992,55%
Hatay
10°

AZ BULUTLU

05:03

İMSAK'A KALAN SÜRE

Necmettin Çalışkan

Necmettin Çalışkan

12 Ağustos 2023 Cumartesi

DOĞRULARI DİLE GETİRMEK, MARJİNAL GRUP SAYILMAYA SEBEP!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hükümet, gündemi değiştirmek ve ekonomik başarısızlıklarından örtbas etmek için her fırsatı değerlendiriyor. Son günlerde kamuoyunda Muğla Akbelen’le zirve yapan orman katliamı ve Hatay Dikmece’de yaşanan haksız kamulaştırma iddialarından dolayı vatandaşlar sokağa döküldü, çeşitli protestolar yaptılar. Bununla ilgili çevrecilerin, bölge halkının ve muhalefetin hükümete karşı tepkisi, kamuoyuna yansıyan iddialarla Türkiye Büyük Millet Meclisi olağanüstü toplandı.

Öncelikle Akbelen ormanı tepkileri sadece bir örnektir, iktidarın iş başına geldiği günden beri çevre ile ilgili gözü kara bir şekilde sistematik uygulamaya koyduğu talan sistemi devam ediyor. İktidar, pek çok alanda alışık olduğumuz üzere çevreyle ilgili konuşurken çevreciymiş gibi ama pratikte, perde arkasındaki uygulamalarında tam bir çevreci düşmanı gibi davranmaya, katliama imza atmaya devam ediyor.

Bakir ormanlara, sahillere ve koylara yapılan devasa yatırımlar, hele de ormanların yanmasıyla ve ağaçların kesilmesiyle ortaya çıkan manzaralar tam bir rant alanını resmediyor. “İstanbul’a ihanet ettik, İstanbul’u betona çevirdik” itirafının Sayın Cumhurbaşkanı’nca telaffuz edilmesi, doğaya karşı işlenen cinayetin itirafıydı. Esasen sorun da burada, Cumhurbaşkanı bir taraftan betona çevirdik derken aslında hem suçu üzerine alıyor, olayı dramatize ediyor, böyle yapmamalıydık gibi toplumsal mesaj veriyor ve sorumluluğu başkalarına atmış oluyor. Hâlbuki bütün kararların altında kimin imzası varsa sorumlu orada aranmalıdır.

Mesela bugün Karadeniz’in yaylaları da aynı talana maruz kaldı. Körfezden gelenlere mülk satışıyla, yabancılara maden arama için ruhsatların verilmesiyle ormanların katledilmesi çok şahit olduğumuz bir durum. Bu konuda bölge ahalisinin ve köylülerin feryatları zaman zaman kamuoyuna da yansıyor.

YA DARBECİSİN YA GEZİ PARKI EYLEMCİSİ!

Burada esas sorun şu; hükümet, organize eleştirileri veya aldığı yanlış karar ve uygulamaları karşısında muhalefetin itiraz etmesini, vatandaşların tepki göstermesini kendisine karşı kurulan bir kumpas gibi görüyor. Bu durum iki sebeple oluyor.

Birincisi; kendi varlıklarını devlet ile eşit görmelerinden kaynaklanıyor. Sanki vatanseverlik duygusunu sadece kendi tekellerinde olan bir durummuş gibi görüyor. “Hiç kimse iktidardan daha çevreci, daha dindar, daha vatansever olamaz” gibi bir tutum ve yaklaşım sergileniyor.

İkincisi; hükümetin suçluluk psikolojisinden kaynaklanıyor. Anadolu’da bazı yerlerde suçlu korkaktır anlamında “hain havflı olur” diye bir deyim vardır.

Rant ekonomisinin pençesindeki çarpık kentleşmeyle ortaya çıkan bir gerçek de her yer beton yığınına döndü. İstanbul’un pek çok ilçesinin beton yığını olduğu, kötü yapılaşmayla yaşanılmaz hale geldiği maalesef ortada.

Yeni yerleşimlerde yeşil, çevre ve doğa hiçbir şekilde gündemde değil. İktidar bir şeyin sadece ne kadar para ettiğine, edebileceğine bakıyor. Çevreyle ilgili bir konuda oklar kendilerine dönerse Gezi Parkı olayları gündeme getirilip, mesele direk oraya bağlanıyor.

Yeşile ait tonları kaybettikçe, toplum nefes alamayacak, güzel hava bulamadığı sürece iş işten geçmiş olacak ama biz vatandaş olarak tarihe not düşme çabasındayız, bunu bu açıdan gündemde tutmalıyız.

Ekonomi ile ilgili bir eleştiri gündeme geldiğinde, 15 Temmuz darbe girişimi gündeme getiriliyor. Halk nasıl darbecilerin karşısında durduysa bunun karşısında duracak denilerek, karşı taraf sindiriliyor ve işin içinden sıyrılmaya çalışılıyor.

SADECE BİZ BİLİRİZ

İktidarın yaptığı herhangi bir icraata karşı çıkmak, muhalefet etmek, eleştirmek adeta vatan hainliği suçuyla eşdeğer görülüyor. Bu iki argüman hükümetin can simidine dönüştü. Bunlar yetmezse “Ezan susmaz, bayrak inmez, vatan bölünmez…” Sanki aksini iddia eden var.

Bu ülkede her şeyi biz yaparız, biz biliriz, ülke bizim tapulu malımız, aile şirketimiz yaklaşımındalar. Gündemi manipüle edip, toplumu istedikleri gibi yönlendirmede pek mahirler. Basın, yayın gücü de   ellerinde olduğundan, tüm ülkeye, muhalefette dâhil her şeyi kontrol altında tutarak iş yapmak derdindeler. Bu durumda ekonominin içler acısı hali, gerçek tablo perdeleniyor, gözlerden kaçırılıyor.

Ormanların katledildiğinden şikâyet eden hükümet, bir yandan da ormanları katledecek şirketlere ruhsat veriyor ama bu anlaşmaların detayını kimse bilmiyor. Bu şirketlerle yapılan anlaşmaların neyi kapsadığı kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bir taraftan orman katliamından şikâyet edeceksiniz, bir taraftan da şirketlere, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kullanma hakkı vereceksiniz. “Bunlara güçleri yetmiyor da çevrelerinde çeteleşmiş, mafyalaşmış bir yapı mı söz konusu? Bunları mı aşamıyorlar?” sorusu gündeme gelecektir. Bu çıkışlar bu grupların hükümeti esir aldığı gibi bir anlam ortaya çıkıyor. O zaman da tek bir soru kalıyor sorumlu kim?

Özetle; haklı eleştirilere bile tahammülü olmayan hükümet, her olayı bir şekilde kendine başkaldırı olarak algılıyor. Demokratik yöntemlerle iktidara gelip, mutlak bir monarşiyi andıran tavır içerisine girmeyi nasıl başarıyorlar?

Devamını Oku

Ekonomik Krize Çözüm; Vergi Ve Dış Arayış

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Seçim sonrası verilen sözler ve çizilen pembe tablo, bir anda yerini ümitsizliğe ve kara bir havaya bıraktı. Toplumda ekonominin düzeleceğine dair oluşturulan beklentiler ve uluslararası kabul(!) gördüğü varsayılan iki ismin ekonominin dümenine oturtulması, ülkedeki ekonomik krizi bastırmak yerine döviz, altın, petrol ve birçok kalemdeki zamları daha da alevlendirdi, yeni rekorlar kırmasına neden oldu.

İthal isimlerden biri Hazine Bakanı, diğeri Merkez Bankası Başkanı oldu. Cumhurbaşkanı yardımcılığına da bu kompozisyona uyumlu birisi getirildi. “Ekonomide her şey düzelecek, makul çözümler getirilecek” diye beklenirken, hükümet bütün yükü işçinin, çalışanın ve dar gelirli vatandaşların sırtına yükledi. Demek ki seçimden önce söyleyemedikleri çözümleri; zam furyasıymış. Ekonomiden sorumlu yetenekli bakanlar, aldıkları üst düzey eğitimi inkâr edercesine kolay çözümlü, sıfır riskli, herhangi bir proje üretmeden, tüm yükü halkın sırtına yükleme yolu olan zam yöntemini seçtiler.

Hükümet itibardan tasarruf etmeyerek fakirin sırtına binmeyi marifet saydı, neticesinde ortaya çıkan tablo, “fakirin daha fakir, zenginin daha zengin” olacağı bir sömürü düzenine dönüştü.

2021 yılında ülkede gelir sıralamasında üst gelir grubu %15 iken 2022 verilerine göre yüzde 20’ye çıktı. Orta sınıf ise toplumun %60’ı iken, %20’ye indi. Bu gelir dağılımı dengesinde müthiş rezalet ve facia var.

Bu ülkenin özellikle son bir yıl içinde yaşadığı ekonomik çöküşün yansıması olarak hükümet “ülkedeki üst gelir grubunu destekliyor, orta direk gelir grubunu yok ediyor”. Belki de bunu bile isteye yaparak, ülkeyi daha rahat yönetilebilir ve kontrol edilebilir hale getirmek istiyor.

EKONOMİNİN KURTULUŞ REÇETESİ ZAMLAR OLMAMALI

Çünkü toplum, “borca esir et, işsiz ve aç bırak” taktiğiyle fakirliğe mahkûm edilince kendi hegemonyalarını daha rahat sürdürecekler.

Ülke tarihinde belki de ilk defa KDV oranı yüzde 8’den %10’a, yüzde 18’den 20’ye yükseltildi ve aile bütçesini, yaşam dengesini altüst edecek zamlar yapıldı. Motorlu Taşıtlar Vergisi, harçlar ve vergiler çifte katlandı. Aslında bunun için ekonomi eğitimi almaya gerek yoktu, yıllarca boşuna yorulmuşlar.

Bu arada sıcak para ihtiyacı had safhada olduğundan ekonomiden sorumlu yöneticiler, çeşitli ülkelere giderek sıcak para bulma derdindeler. Neyin karşılığında anlaşmalar gerçekleşiyor bilmiyoruz.

Zaten satacak çok bir şey kalmadığından elde kalan son parçalar da satılarak korkarız geleceğimiz sıfırlanacak. Kısa vadeli gün kurtarılıyor belki ama sonrası umurlarında değil.

Yerel seçime kadarki süreci az hasarla atlatarak günü kurtarma politikalarıyla vaziyeti idare edip, büyük fırtına belediye seçimlerinden sonra kopacak.

GÜNÜ KURTARMAK

Burada gündeme getireceğimiz diğer bir husus da şu; hükümet ekonomiyi toparlamıyor, sadece günü kurtarmaya çalışıyor. Ekonomik problemler, ülkenin içeride ve dışarıda çaresizce, katlanamayacağımız birçok adımın atılacağını gösteriyor. Burada aslında adı konulmamış ekonomik işgal altında olduğumuz bir durum söz konusu.

Tabii ki ekonomideki başarısızlık sadece ekonomiden ibaret değildir. Bu durumda emperyalist güçlerin her türlü sömürülerine ve taleplerine açık olma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz.

Bu coğrafyanın kaderinden midir bilinmez ama AB, Avrasya, NATO veya başka bloklar arasında sıkışmaya neden oluyor. Ülkemiz de bu bloklar arasında bir ona bir buna şirin görünerek, bir o yana bir bu yana savrularak her gün politika değiştiriyor.

Geçtiğimiz günlerde Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile yapılan görüşme sonrası Rusya ile yaptığımız sözleşmeye aykırı olarak tek taraflı anlaşmayı bozup esir askerlerin teslim edilmesi bile ifade etmeye çalıştığımız tabloyu ortaya koymaktadır.

Plansız, öngörüsüz ve yanlış politikaların arasına sıkışan iktidar, ülke elden gittikçe herkesle uzlaşmak için çaba gösteriyor.

Hey heylenmelerin, diklenmelerin ne kadar kısa olduğu ortaya çıktı. Ortadoğu’dan gelecek sıcak paranın kaynağı ve Batı’dan gelecek büyük sermaye sahiplerine ihtiyaç olduğundan bunların mutlaka desteğinin ve onayının alınması gerekiyordu.

Batıdan gelecek finans, İsveç’in NATO üyeliği oylaması bile bu çerçevede değerlendirilmeli. İlginç ki, İsveç’in NATO üyeliği bile bir anda gerçekleşti. Belli ki bu, karşılıksız olmadı.

Ekonominin kritik isimlerinin yurtdışı gezileri, ülkenin çıkmaz sokağa girdiğinin en bariz göstergesidir. Anlaşılan o ki; AK Parti kazandıkça Türkiye kaybetmeye devam edecek.

Devamını Oku

Mezhepsel Önyargılar

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir zamanlar AKP Genel Başkanı ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu Alevi kimliğinden hedef almıştı. Geçenlerde, Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusu gündemdeki yerini korurken İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgili “Sokakta Kemal’e itiraz görüyoruz” açıklaması nedeniyle ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in isteğiyle partideki Kurumsal İlişkiler Başkanlığı görevinden istifa etti.

Aslında Cihan Paçacı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili olarak toplumdaki mezhepsel önyargılara işaret etmişti. Nagehan Alçı’nın bile “Mücadele edilmesi gerekir” dediği mezhepsel önyargıları öne süren bu demecin yarattığı türbülans nedeniyle, Paçacı partisinin Kurumsal İlişkiler Başkanlığı görevinden istifa etmek mecburiyetinde kalmıştı.

Şimdi, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde şu iki soru akla geliyor:

1. Türkiye toplumu kültürel, yasal, moral ve insani gelişmişlik düzeyinin neresinde ve neye layık?

2. Altılı Masa’nın (Millet İttifakı) üyesi İYİ Parti’nin milletvekili aslında neyin peşinde?

Şekerbank, Etibank ve Halkbank’taki yöneticilik kariyerinden sonra Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü ve üç dönem de milletvekilliği yapan Paçacı gibi bir şahsiyet, eğer 21. Yüzyılın ilk çeyreği ve Cumhuriyetin 100. Yılı dolmaktayken ve Türkiye’nin hali pür melali ortadayken, hala mezhepsel önyargıları gerekçe göstererek siyasi tutumunu belirliyorsa, ortada çok ciddi ve yapısal bir sorun var demektir.

· Ya bu toplum, bırakınız gerçek demokrasiyi ve çağdaş uygarlığı, Altılı Masa’nın imzaladığı belgelerde hedeflenen düzene bile layık olmanın çok uzağındadır.

· Ya Paçacı, kendi siyasal tercihini haklı göstermek için toplumun çağdışı ve ayrımcı önyargılarını kasten abartmakta ve kendisine kalkan yapmaktadır.

· Ya da, her iki şık birden varittir.

Her üç halde de yazık bu Türkiye’ye!

Hiçbir şey için olmasa bile, sadece o mezhepsel önyargıyı kırmak için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olmalıdır. Millet İttifakı’nın Hükümet Programı kamuoyuna açıklanmıştır. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı netleşiyor. Kemal Geliyor! Ve Kılıçdaroğlu’na sırf uzlaşmacı ve birleştirici tutum ve davranışından dolayı dahi olsa oy verilmelidir…

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına bu mezhepsel önyargıyı yıkarak girmesi, bir demokratik eşiği daha aşma anlamında tarihsel önemdedir. Bu tarihsel görevden Kılıçdaroğlu başta olmak üzere hiç kimse kaçamaz. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ilişkin bu sinsi ve bağnaz gerekçe, tek başına reddedilmesi ve mücadele edilmesi gereken bir yaklaşımdır. Bu bağnaz yaklaşım aşılmadığı sürece savunulan/savunulmuş gibi görünen her çağdaş değer, gerideki ilkelliği gizleyen utanç verici birer maskedir.

Ama ne yazık ki çevremizde çok sayıda Cihan Paçacı gibiler var!

Seçimi kazanmak ya da kaybetmek seçeneklerini düşünmeden Kılıçdaroğlu Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olmalıdır. Muhtemelen 14 Mayıs’ta olması beklenen seçimde takke düşmeli kel görünmelidir. Türkiye nasıl bir düzene layık ortaya çıkmalıdır.

2023 yılında, hala mezhepsel önyargıların egemen olduğu bir ülkede yaşıyor olmak, bazen insanın nefesini kesiyor. Yeter artık! Laik Türkiye’de Alevi olmak suç değil! Bu ülkede herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimsenin dini ve siyasi inancı sorgulanamaz!

Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde hala mezhepsel önyargılar egemense, Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’ye müstahaktır!

Devamını Oku

VERGİLERE FAHİŞ ZAM, VATANDAŞA ASGARİ ZAM

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yeni yılın girişiyle beraber kamu ve özel sektör çalışanlarının maaşlarının yeniden belirlendiği bir zaman dilimindeyiz. İşçi sendikasından kimse olmadan, kamu ve işveren temsilcilerinin katılımıyla asgari ücret açıklandı. Zam oranı piyasa beklentilerinin biraz üzerinde gerçekleşse de verilen zam yine de açlık sınırının altında kaldı.

Memur zamlarında da aynı artış umudu olduysa da açıklanan oran, beklentilerin hayli altında kaldı. Büyük gürültü kopacak diye beklenirken anket sonuçları mı yoksa “ülkede her şey bir kişinin lütfuyla gerçekleşiyor” imajı verilmek istenmesiyle mi bilinmez bir gün sonra yüzde 5 daha artırıldı. Bir gecede ne değişti?

Bütün icraatlarda olduğu gibi maaş orantılarında da yalnızca seçime endeksli, sandığa yönelik bir çalışma yapıldığını söylemeye gerek yok.

YÜKSEK ENFLASYON

İşin püf noktasında esas sorulması gereken soru şu; neden maaşlara yüksek oranlarda zam yapılmak zorunda kalınıyor? Paramızın değer kaybetmesine paralel, iyileştirmeye etkisi olmayan bu artışı zorunlu kılan nedir? Cevap herkesin bildiği gibi basit; Ülkede yüksek enflasyon var, ekonomi kötü yönetiliyor. Bütçeyi sömüren, büyük oranlarda faize akan ödemeler var. İsrafın, hesap bilmezliğin daniskası yaşanıyor. Ekonomide bir türlü dikiş tutturulamıyor, yamalar kapanmadığı gibi bilakis daha da artarak devam ediyor. Türkiye, Arjantin ve Venezuela gibi dünyada en yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerden birisi. Böyle olduğu için de ne kadar zam yaparsanız yapın alım gücü artmıyor.

Enflasyon rakamları ilgili kurumca her maaş döneminde düşük açıklanıyor. Rakamlarla oynanıyor, manipüle ediliyor, böylelikle çalışanlara düşük zam veriliyor.

Bu noktada TÜİK gibi bir kurumun açıklama yapmasına, açıkçası kimsenin yalancı şahitliğine de gerek yok. Çarşı pazara çıkan herkes iğneden ipliğe tüm ürünlerdeki fahiş zamları hissediyor ve görüyor.

Araç muayeneleri, pasaport, iletişim gibi kamunun alacağı vergilerde/gelirlerde yüzde 100 ile yüzde 300 oranında astronomik artışlar uygulanırken, kendi ödemelerine/ödevlerine gelince maliyeye yük olacağı, hazineyi sıkıntıya düşüreceği gerekçeleriyle ince hesapların içerisine giriliyor. Keşke faiz ödemelerini de bu kadar dert edinip, çözseler.

Ülkedeki kriz maalesef palyatif tedbirlerle atlatılmaya çalışılıyor. Fiyat sabitlenerek bazı kalemler sübvanse edilerek durduruluyor. Serbest piyasa ekonomisinde bazı sektörlere ve firmalara gözdağı verilerek, tehditle fiyatları sabitlemeye çalışıyorlar. Ama nereye kadar bu gidişata dur denilebilir ki.

EYT MUAMMASI

Geçtiğimiz hafta Emeklilikte Yaşa Takılanların (EYT) durumu da açıklandı. Ülkede 5 milyon 850 bin çalışanı ilgilendiren EYT’den 2 milyon 250 bin kişi emekli oluyor. Bu da yine çifte standartlı bir tavrın neticesi, yansıması. Sayın Cumhurbaşkanın geçmişte yaptığı bir konuşmasında, “Seçim kaybedeceğimi bilsem bile EYT çıkmamalı, bu ülkeye ihanettir” derken, bu kararın değişimindeki niyet de ortaya çıkıyor. Belli ki burada hedef, mağdur bir kitlenin mağduriyetini gidermek, adaleti sağlamak, hakkı iade etmek değil, sadece seçim endeksli bir çaba.

Senelerdir kulak tıkanan düzenleme, apar topar gündeme getirildi. Hazineye maliyeti, sosyal güvenlik kurumuna etkisi falan bir tarafa bir gün farkla kaçırılan emeklilik -8 Eylül 1999 tarihinde işe girenle 9 Eylül 1999 tarihinde işe giren arasında- 15-20 yıl gibi bir farkın olması da huzursuzluğu ve haksızlığı beraberinde getiriyor. Bu durum yeni tepkileri doğuracak gibi gözüküyor. Halbuki kademeli bir düzen ile herkese yansıyacak bir çalışma pekâlâ yapılabilirdi ve yaş sınırı konsa bile kimse bundan rahatsız olmazdı.

Biz bir yasayla ilgili dönüşten bahsediyoruz da kamuoyu değişik alanlardaki dönüşlere alışkın. Geçmişte Sisi’ye yapılan efelenmelerin sonucunda tokalaşma, Suriye’de Beşar Esad’a savrulan tehditlere zeytin dalı uzatıp görüşme talebi gibi bütün politikalarda rahatça ‘U’ dönüşü yapıldığı gibi burada da pekala yapıldı.

EMEKLİLER VE ASGARİ ÜCRET

Asgari ücrete verilen zam halen açlık sınırının altında ancak daha fecisi emeklilerin durumu. Emekli maaşlarının asgari ücretle orantılı şekilde sabitlenmesi gibi bir düzenlemeye ihtiyaç var. Bu kesim hayli ezdirilmiş, hayat standartlarının çok çok altında yaşamaya mahkum edilmiştir. EYT ile emeklilik hakkı elde etmiş olanlar bile alacakları maaşın düşüklüğü nedeniyle sevinemiyor ve emekli olmaktan çekiniyor. Kaldı ki emekli olanların maaşı yetmeyeceğinden ikinci bir iş yapmak zorunda kalacağı için istihdam açığının daha da artmasına neden olacaktır.

Memur, işçi ve emeklinin hakkını korumakla yükümlü sendikaların durumları da kamuoyunda tartışılır hale gelmiştir. Sendikaların renklendirilmesi(!) iktidarın arka bahçesi konumunda görünmesinden kaynaklanmaktadır. Önüne getirilen her teklife kayıtsız şartsız imza atan, üyelerin hakkını savunamayan, alınan kararları ayakta alkışlayan imajı, üyeleri açısından sorun teşkil ediyor. Sendikaları bu duruma düşürenler, yaklaşımlarıyla destekçilerini zor durumda bırakmaktadır.

Özetle, seçime ve uçuruma doğru dolu dizgin gidiyoruz. İktidar seçimi kaybedeceği korkusuyla elindeki bütün kozları oynuyor, feveran içerisinde telaşla yanlış adımlar atıyor, ülkenin geleceğini tehlikeye sokuyor. Sadece tribünlere oynuyor, ülkenin sorunlarına çözüm bulmak, kalkındırmak, refah seviyesini yükseltmek, kişi başına düşen milli geliri yükseltmek, acılara/yaralara merhem olmak, yerine günü kurtarma peşinde. Çalışanlara asgari değil insani ücret ödemek yöneticilerin temel/asli vazifesi olduğu unutulmamalıdır.

Devamını Oku

2022 YILI BİTERKEN

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hayat su gibi akıp gidiyor, 2022 yılı da sona eriyor. Her yılın sonunda genel bir değerlendirme yapılır. 2022 yılı özetle hem dünya hem de ülkemiz açısından hiç de iç açıcı değildi. Pandemi sonrası hayatın normalleşmesini beklerken daha gergin ortamlara maruz kaldık.

Ülkemizde, 2022’nin en başarılı yönü nedir derseniz “algı kontrolü” denilebilir. Öncelikle ekonomi alanında enflasyonun 20 yıl sonra 2000’li yılların öncesine döndüğünü gördük. Devletin resmi araştırma kurumu TÜİK ile bağımsız araştırmacıların enflasyon oranlarındaki fark kıyas bile edilemeyecek düzeye çıktı. Çarşı-pazar fiyatlarıyla ekranlara yansıyan rakamlar arasında derin uçurumlar oluştu.

2022 yılında TÜİK, ülkenin en tartışmalı kurumlarından birisi oldu. Başkanı, başkan yardımcıları sürekli değişti. Kamuoyunu sarsacak manipülasyonlara imza attılar.

Bugün sadece 20 yıl öncesine dönmedik. 20 yıl önce enflasyon vardı ama kamu kuruluşları da kamuya aitti. Şimdi dev tesisler, KİT’ler satıldı. Geleceğin teminatı, ekonominin bel kemiği olan yapılar elden çıkarıldı.

Rusya, Ukrayna saldırısında dış politika açısından İHA ve SİHA’larla iki ülke arasında kısmen arabuluculuk rolünün üstlenilmesi gibi görüntüyle başarılı olduğu söylenebilir. Ancak bütünüyle dışa bağımlı bir ülke olduğumuzdan tahıl koridoru açılıncaya kadar savaş sanki ülkemizde oluyor, bombalar tepemizde patlıyormuş gibi ekonomik sarsıntıyı/acıyı hissettik.

Marketlerde-raflarda yağ yağmalanmasına şahit olduk. Paramızın aşırı değer kaybetmesiyle komşu ülkelerin vatandaşlarının market ve pazar alışverişlerini ülkemizden yapmasıyla avunur olduk. Tarım ve hayvancılıkta hayli geriledik. Yem ve gübre fiyatları fırladı, süt hayvanı masrafları karşılanamadığı için kesime gitti. Süt fiyatları da astronomik derecede yükseldi. Ülke tarihinde belki ilk defa peynir fiyatı, eti geçti.

DIŞ POLİTİKA

Algı, her alanda olduğu gibi dış politikada da hayli yoğun geçti. Uzunca bir süre Yunanistan’a savaş salvolarına şahit olduk. “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehditlerini duyduk. Duyan gören de sanki her an Yunanistan’ı tarih sahnesinden silecek bir operasyon başlayacak sandı. Dış politikamız tamamen hamaset üzerine kuruldu/dönüştürüldü.

Yunanistan’dan netice alınamayınca Suriye’ye yöneldik. Suriye’de yapılacak operasyonla “herkese kafa tutan herkese savaş açan” bir psikoloji ile başıboşluk içerisinde bir yönetime şahit olduk. Neredeyse her ay bir ülkeye savaş tehdidine alıştık. İlk önceleri tüm dünya bizi ciddiyetle takip ederken sonrasında savrulan tehditlerin boş olduğunu görünce onlarda takmaz oldular.

Gündem hızlı değişti. İş başındakiler başarısızlıklarını örtbas etmek için yapmadıkları atraksiyon kalmadı. Hele de kontrollerindeki yandaş iletişim mecralarıyla ve havuz medyasıyla her geçen gün akla hayale gelmeyecek farklı algı operasyonları yaptılar.

EKONOMİ

Ekonomideki büyük sıkıntılara rağmen sağlıklı karar almamaya, israfa-şatafata, yolsuzluğa, beton ekonomisine, uçuş garantili havaalanı, geçiş garantili köprü, araç garantili yol, hasta garantili hastane yerine fatura yalnızca üç harflilere yıkılarak işin içinden sıyrılmaya çalıştık. Hemen her alanda olduğu gibi bu yıl da ekonomik istatistikler tamamen algı üzerine kuruluydu.

Ekonomi uzmanıyım diyerek tüm dünyada alınan kararların tersine politikalar uygulandı. Söz dinlemeyenler görevlerden alındı. Tüm uyarılara kulak tıkandı. Hatta bazı ekonomistlere yaptıkları açıklamalarından dolayı davalar açıldı, troller tarafında sosyal medyada linç kampanyalarına maruz bırakıldılar. Katar’dan, Rusya’dan, Çin’den, Suudi Arabistan’dan, Birleşik Arap Emirliklerinden ve hemen her yerden çok ciddi oranda borçlanma ve beraberindeki karanlık ilişkiler hayli yükseldi.

GAZ

Yıl boyunca hemen her hafta yeni bir kaynak müjdesi ve gaz çıkarma haberi aldık. Bu haberler artık o kadar ileri gitti ki inandırıcılığını yitirdi, hatta alay konusu oldu. Çünkü her müjdeden sonra değişen bir şey olmaması bir yana bazı ürünlere zam geldi. Her seferinde keşfedilen rezervler bir öncekini birkaç kat katlayacak büyüklükteydi. Şu kadar milyar metreküp doğal gaz daha bulundu. Dünyada bu kalitede başka gaz-petrol yok manşetleri atıldı. İnandık!

Ortaya atılan rakamları doğru kabul ettiğimizde bile gazı bulmak, çıkarmak güzel de asıl önemli olan bu kaynakları doğru kullanmak. Nitekim petrol devi Venezuela’nın yaşadığı zorluklar ortada. Dünyanın en değerli madenlerini barındıran Afrika ülkelerinin durumu hiçte iç açıcı değil. Önemli olan madenleri kimin işleteceği ve üretimin hazineye katkısının ne olacağıdır.

GÖÇ

Ülke tarihinde olmadığı kadar göç gündemimizde bir şekilde yer aldı. Geçtiğimiz yıllarda savaşın etkisiyle tepemize bombalar yağarken yaşanan göç, halkı bu kadar gündeminde değildi. Ancak bu yıl Afganistan-İran hattından sosyal medyada yer alan görüntüler halkı hayli tedirgin etti. Bir yandan da yabancı düşmanlığı körüklendi. Toplum psikolojik olarak pimi çekilmiş her an patlamaya hazır bir bomba haline büründü.

Bugün sınır güvenliği hususunda tarihin en zayıf noktasındayız. 2022 yılı sınır güvenliğinin bütünüyle iğfal edildiği bir yıl olarak güvensiz sene olarak tarihe geçti. Göç konusunda karnemiz bayağı zayıf çıktı. Dış politikadaki zikzaklar aynen devam etti.

AK Partinin -son birkaç yıldır- adeta “beka”sı haline gelen Rabia işareti yerle bir oldu. Katar’daki futbol maçında Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Sisi ile sürpriz el sıkışma pozu tüm dünyaya servis edildi. Artık Mısır’da yaşanan trajedi, sessiz çığlıklar, katliamlar, idamlar, yerini Sisi ile el sıkışan kareye bıraktı. Kaşıkçı cinayetiyle donan Suudi Arabistan’la ilişkiler normalleşme sürecine dönüştü. Beşar Esad ise Türkiye ile görüşmeyi kabul etmediğinden şimdilik -dış politikadaki başarılı hamleler!- askıya alındı.

Evet özetle 2022 yılı pek çok alanda başarısız bir sosyal felaketler yılı olarak tarihe geçti. 2023 yılı ise en az 2022’i kadar hareketli geçecek gibi gözüküyor. İlk yarısında seçim yapılacağından çok daha fazla tedirgin dönemin olacağı aşikâr. Umarız gelen gideni aratmaz. Önümüzdeki dönem mutlu, aydınlık yarınlara açılan bir yıl olur.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.