DOLAR 32,3400 -0.07%
EURO 34,8790 0.06%
ALTIN 2.392,77-0,15
BITCOIN %
Hatay
16°

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Burcu Ezdeşir

Burcu Ezdeşir

24 Haziran 2022 Cuma

Bir ilişkide aldatmak ve aldatılmak

0

BEĞENDİM

ABONE OL

KİŞİ NEDEN ALDATMAYI SEÇER?

Yapılan araştırmalar; duygusal ilişkilere en çok zarar veren ve araştırılması da bir o kadar zor olan durumun ‘aldatma’ eylemi olduğunu, bununla birlikte bir ilişkide, aldatmaya yönelik hoşgörülü/izin verici tutumlara sahip bireylerin aldatmayı davranış haline dönüştürmeye daha yatkın olduklarını da göstermektedir. Bu durum yalnız evli çiftlerde değil, flört ilişkisi yaşayan partnerlerde de görülmektedir. Peki, aldatma nedir? Aldatma; sadece cinsel paylaşım değil, ilginizin ve alakanızın eşiniz ya da partnerinizin üzerinden başka birine kayması durumudur. Bana göre aldatma diye bir şey yoktur. İnternet kullanımında da aldatma sayılacak birçok eylem yapılmaktadır. Başkaları ile yazışmak (aşk ya da cinsellik hakkında konuşmak) buna en belirgin örneklerin arasında yer almaktadır.

Asıl soru ise; ‘Kişi neden aldatmayı seçer?’ Bu sorunun cevabı, cinsel ve duygusal yönden tatmin olamayan kişilerin aldatmayı seçtiği gerçeğidir. Kişi ihtiyaçlarını gidermek için aldatma yolunu seçer. Genellikle; ‘heyecanım bitti’, ‘partnerimin yanında mutlu değilim’ gibi cümleleri kullanır durur. Derinde yoğun boşluk hissi vardır, bu boşlukla birlikte değersizlik ile yüzleşmek yerine kaçmayı seçer. Ona kendini iyi hissettiren kişileri bulur. Daha seksi, daha akıllı hissettiren bu kişiler ise partnerini aldattığı kişiler olur. Her şeyin yolunda gittiği ilişkilerde de aldatma ile karşılaşıyoruz. Böyle bir durumda da farklı insanlar ile sohbet etme ihtiyacı ya da dürtüsel davranışlardan bahsedebiliriz. Bir nevi haz arayışı da denmektedir.

ALDATILMA İHTİMALİNİ NE ZAMAN DÜŞÜNMELİYİZ?

• Yolunda gitmeyen seks hayatı olduğunda, cinsel tutumlar çiftlerin taleplerini karşılamadığında,

• Her zamanki ilgide (farklı bir problem kaynaklı değil ise) azalma ya da artma olduğunda,

• Artan telefon görüşmeleri olduğunda (her konuşmadan önce başlayan öksürük ile sizin yanınızdan uzaklaşma davranışı)

• Telefonunu sizin elinizde gördüğünde ani büyük tepkiler verdiğinde (telefon tabi ki özel alan içerisindedir, kimse izin almadan eşi dahi olsa telefonuna izinsiz bakmamalıdır, burada bahsedilen durum telefon kurcalama boyutu değildir)

• Sürekli kavga ve huzursuzluk halinde çatışmalarla boğuşma durumunda (kendisini anlayan, ona ilgi gösteren kişilerin arayışına girebilir)

• Aşırı dürtüsel davranışlara sahip olunduğunda,

• Giyim, kuşamına bir anda ilgisi arttığında,

• Artan ‘iş’ seyahatleri ve toplantıları olduğunda,

• Dışarda arkadaşları ile fazla vakit geçirmeye başladığında,

• Bir ortamda telefonunu ters çeviriyorsa ya da farklı bir telefonun varlığı olduğunda,

• Bir gün ayrılırsak gibi cümleler kurmaya başladığında,

• Sizinle ilgili özel günleri ve sorumluluklarını artık unutmaya başladığında,

• Sürekli sizi başkaları ile kıyaslamaya başladığında,

• Sizin ona hesap sorduğunuza dair iddiaları arttığında,

• Sürekli tamam, haklısın gibi kelimeler ile konuşmak ve tartışmaktan kaçındığında…

Hemen hemen her birey yukarıda bahsettiğim durumları yaşamıştır. Yani, her durum sizin aldatıldığınıza ait bir işaret değil, yolunda gitmeyen bir şeyler var şüphenize sadece destek olabilir.

Göz ile görülmeyen hiçbir şey kanıt sayılmaz. Unutmayın ki aldatma bir hata değil, bir seçimdir… Ayrıca hiçbir aldatma hikâyesinde aldatılan kişinin suçu yoktur. Çünkü hiçbir davranış aldatma gibi bir sonuç ile cezalandırılmamalıdır.

Yürümeyen bir ilişkinin hak ettiği ise onurlu bir başlangıçta olduğu gibi ilişkiyi bitirme eylemi olmalıdır. Aldatılmaya yüklenen anlam ne kadar fazla ise sonrasında bırakacağı izde bir o kadar fazla olacaktır. Çoğu kişide aldatılma sonrası travma sonrası stres bozukluğu gözlenmektedir.

Aldatılma süreci neredeyse bir yas sürecine eşdeğerdir. Çünkü çoğu kişi için kayıp ölüm acısı ile aynı değerde görülebilmektedir.

Her aldatılma hikâyesi ayrılık ve boşanma ile tabi ki sonuçlanmayabilir. Aksine bu süreci kriz gibi değerlendirip ikinci şans verdiği partneri ile daha güçlü başlayan yeni sayfalar da açılabilmektedir.

Devamını Oku

Duygusal yemek yeme isteği

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanların yüzyıllardır bitmeyen takıntılarından en önemlisi beden algısıdır. Kişi bedenine yönelttiği dikkati ile beğenilme duygusunun tatminini yaparken, çağlar boyu değişen güzellik algısı ile bedenine karşı bakış açısı da bu algı ile şekilden şekle girdi. Özellikle de kadın bedenine yönelik reklam çalışmaları ile yeni nesil gençlerin kendilerine örnek aldıkları kişilere benzeme çabaları, onların bir takım sorunlar yaşamalarına neden oluyor.

Asıl sorun kişinin buradaki ihtiyacını fark edememesidir. Özellikle de küçük yaş grubu çocuklarının bunu fark etmesi neredeyse imkânsız. Kişinin düşüncesinde önceliği bedeni ise pandemi sürecinde hareketsiz kalan bedenler kilo alma riski olduğundan neredeyse depresyona girme belirtileri taşıyor. Hatta aynaya bakınca kilo aldığını gören kişilerin morali bozulduğundan duygusal yemek yeme isteği ile istemediği yemeği yiyerek sonrasında pişmanlık yaşadığı bir girdaba giriyor. Böylece can sıkıntısı yemek yemeye, yemek yeme ise can sıkıntısına neden olmaktadır. Hadi gelin duygusal yemek yeme bozukluğunun önemli belirtilerine ve bu belirtilere yönelik önerilerime değinelim;

• Duygusal yemek yemede ilk olarak aç değilken yemek yeme isteği olur. Bu istek geldiğinde bir bardak su içilmesini öneriyorum. Çünkü beden susadığında da acıkmış gibi hisseder. Ayrıca bir yeme düzeni oluşturarak (belli saatlerde yemek yeme), bu gereksiz açlık isteğinin de tespitini yapmaktadır.

• Kısa zamanda çok yemek yeme görülür. Hızlı ve kısa sürede bitirilen yemeklerinde altında duygusal yemek yeme yatabilir. O yüzden dişlerin yapacağı çiğneme işini mideye yaptırmamak önemli.

• Öfke ve kızgınlık duyguları duygusal yemek yemede kişiyi yemeğe yöneltebilir. Kişide yemek yedikten sonra sakinleşme olur. Yemeği yemeden önce ruh halinizin farkındalığı duygusal yemek yeme için birer ipucu olabilir.

Duygusal açlık aniden gelir ve açlığa bağlı değildir. Psikolojik alt yapısı olan bu durum kişiyi rahatsız ettiğinden yemek yeme eyleminden sonra bazı kişiler kusarak ‘bulimia’ (kişinin düzenli olarak yemek yemeye karşı kontrolünü yitirdiğini hissettiği çok fazla miktarda yiyecek yediği bir yeme bozukluğudur.) rahatlamaya çalışır. Kişi daha sonra kilo alımını önlemek için kusma ya da temizleme gibi farklı yollar kullanır. Bulimia rahatsızlığının dışında bir de anoreksiye rahatsızlığı vardır. Anoreksiye rahatsızlığı olan bu kişiler aslında çok zayıf oldukları halde dışarıdan hala çok kilolu olduklarını düşünüp, insanların onların sağlık durumları ile ilgili kaygılarına da takılmazlar. Bu durumun fark edilip güzellik ile hiçbir bağlantısının olmadığı bilincinin acilen yayılması gerekmektedir. Burada asıl rol medyada. Güzel olmanın beden ile değil, ruhun iyileşmesi ve kendini sevme ile olacağı bilincinin aşılanması şart.

Aydınlatılması gereken en önemli bir diğer konu ise fiziksel açlık ile duygusal açlığın farkıdır. Bu farklar;

• Fiziksel açlık bekleyebilir ama duygusal açlık hemen tatmin edilmek zorunda hissettirir.

• Acıktığı için yani fiziksel açlık için yiyorsa kişi doyunca yeme eylemini sonlandırabilmektedir, fakat duygusal açlıkta yeme eylemini sonlandıramamaktadır.

• Fiziksel açlık yemek sonrasında iyi hissetmenize sebep olurken, duygusal açlık yeme sonrasında suçluluk hissettirecektir. Buradaki mücadele öncelikle iyi hissettiren duygular kadar bizlere kötü hissettiren duyguların kabulü ile olmalıdır. Yeme ihtiyacını hangi duygunuzdan sonra yaptığınızı keşfedin. ‘Gerçekten acıktım mı?’ sorusunu kendinize sorun. Ardından ‘Yediklerimin bedenime faydası var mı?’ şeklinde ki sorunuzu sorun. Çünkü hunharca yemek yeme isteği yemek yerine aburcubur yemeğe yöneltir. Bu yemek tarzı ihtiyaç olmayan bir yemek tarzıdır. Öğünlerinizi atlamamaya gayret edin. Kendinizi çok aç bırakıp bir öğün ile beslenmeye çalışmayın. Unutulmamalıdır ki yenilen yemek ile ruh hali belirlenmez. Az yiyerek ise güzel olunmaz. Öncelikle kendi güzellik algınızı besleyin ve onarmaya çalışın. Başkasının sahip oldukları ile değil kendi sahip olduklarınız ve istekleriniz ile atılan adımlar sizi mutlu kılar.

Devamını Oku

Biten İlişkiler

0

BEĞENDİM

ABONE OL

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,

Arkalarında doldurulması,

Mümkün olmayan boşluklar bırakmasalardı eğer…

Can Yücel

İnsanın hayata tutunması umudu ile mümkündür. Karşılaştığımız, sevdiğimiz ya da aşık olduğumuz her insana karşı istemsiz bir beklenti içine gireriz. Hele de emek verdiysek…

Beklentileri yüksek olanların hayal kırıklıkları yoğundur. Kontrol edemez, hep isteriz ya da hep emek veririz. Hayatımıza giren insanlar ihtiyaçlarımıza göre değişir. Sevilme, sevme, ilgi, anne-baba, dost… O dönem neye ihtiyacımız varsa hayatımızdaki insanın onu tamamlamasını bekleriz. Bazen çok sinirlenir, manipüle etmeye çalışırız, bazen de sınır koyamaz, haklarımızı yediririz.

Romantik ilişkilerde başlangıç ayrılmak için olmasa da hemen hemen çoğumuz bu ayrılığı tadarız. Nedeninin önemi olmaksızın, ayrılık sonrası sancılı bir dönem başlayabilir. Yoğun duyguların yaşandığı bu dönemlerde kişi için ‘ilk defa yaşadığı süreç’ ise eğer, duygularını kontrol etmekte zorlanabilir. Hatta ayrılık bazı kaynaklarda ölüm acısı ile eş değer tutulmaktadır.

‘Unutmak istiyorum ama olmuyor!’ şeklinde başlar, ‘Onsuz yapamıyorum!’ ile son bulur, acı. Yoğun ve karışık bir dönem olduğundan inkâr, kızgınlık, korku, suçluluk, üzüntü, kıskançlık gibi bir çok duygu ile unutulması zor anılar bırakır sizde.

Hiç üzülmedim diyen; ya hiç sevmemiş, ya da çoktan bitirmiştir. Bu sürecin sağlıklı olması yaşanan yas sürecinin sağlıklı yaşanması ile mümkündür. Her şeyden önce kabullenilmesi gereken asıl gerçek canının biraz da olsa acıyacak olduğunu bilmek olmalıdır. Her duygunun bir ömrü vardır. İyi hissettirenler gibi kötü hissettirenlerde belli zaman sonra hafifleyecek elbette. Bu sürecin yönetimini elden bırakmamalı, bilinçli yaşanmalı her bir duygu.

Asıl mesele; biten ilişkin ardından kendine biraz zaman tanıman, yoğun duygularından kaçmayıp, onlarla yüzleşmen. Bu yüzleşme bazı durumlarda zorlayıcı olabilir. Kabullenilmek istenmeyebilir, böyle durumlarda düşünmeden yapılan her bir adım bedelini ödemekte zorlanılan durumlara dönüşebilir.

Öncelik sıralaması yapılıp, zihni dağıtmak adına farklı sosyalleşme etkinlikleri hayata dâhil edilebilir. Genellikle ayrılmalarda diğer partnerin hemen başka birini bulduğu ve onunla çok mutlu olduğu düşüncesine kapılır kişi. Böyle durumlarda düşünmeniz gereken şey; tanıdığınız kişinin özünü bildiğinizden, başka insanlarla da değişmeyeceği için, mutlu olması ancak karşısındaki kişinin bu şekilde davranmasını kabul etmesi ile mümkündür.

Kaçırdığınız değil, kurtulduğunuz bir karakter! Olaya bakış açınızı değerlendirin. Herkesin sizin gibi düşünmediğini anımsayın. Durumların zorlaşması bazen iki uyumsuz karakterin yan yana gelmesi olabiliyor. Dolayısıyla hatıranda hep acı çektiğin bir anın varsa ve hala o insanla olmak istiyorsan, sendeki şemaların artık değişmesine izin vermen gerekir. Peki, nedir şema? Şemalar; bizi etkileyen uyaranın ne olduğunun anlaşılması ve değerlendirilmesi için oluşturulmuş zihinsel bir yapıdır. Bebeklikten başlayan şemalar zamanla gelişir, yaşam boyu sürer. Kişi için mutlak gerçektir ve kolay kolay değişmez.

Başka bireylerin acısına ‘Aman boş ver, geçer!’ demek; karşınızdaki kişiye destek değil, köstektir. Acının yaşanmasına da izin verilmeli, yerini başka duyguların almasına da… Her bir deneyim bir tecrübe, her bir bitiş ise yeni bir başlangıçtır. Ayrıca her sonun ardından kendi isteklerin ve beklentilerin değişebilir. Şimdi sıra sende, sıra yeni seni yaratmakta! Bu dönüşüm sürecinde uzman birinden alacağın destek ile ne istediğini daha net görmen ise mümkün!

Gitme gerekir bazen.

Fazla yormadan, daha çok batırmadan.

Eğer vaktiyse, ardına bile dönüp bakmadan.

Devamını Oku

Mükemmel olmak zorunda mısın?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Başardıklarınızın yeterli olmadığını mı düşünüyorsunuz? Hata yapmayı kabullenemiyor musunuz? Sürekli her şeyi kontrol altında mı tutmaya çalışıyorsunuz? Mükemmel anne, mükemmel baba, mükemmel eş, mükemmel arkadaş, mükemmel dost, mükemmel çocuk… Sence de yoğun bir baskı değil mi? Bir insanın kendine yaptığını ona kimse yapamazmış! Peki, neden mükemmel olmaya çalışıyorsun? Gerçekten bir gün mükemmel olabilir misin? Eğer olamayacaksan bu çaban neden? Hadi gelin bu mükemmeliyetçi yapıyı önce açıklayalım, sonrada bu durumdan nasıl kurtulacağımıza değinelim?

MÜKEMMELİYETÇİ KİŞİLERİN ÖZELLİKLERİ

İnsanların kendisi ve başkaları için yüksek standartlar belirlemesi ve mükemmele inanması, bu inanç için oldukça çaba göstermesi mükemmeliyetçilik olarak tanımlanabilir. İnsanın kusursuz olması algısı vardır. Bu kişiler hayatlarında tesadüflere tahammül edemezler. Çünkü ayrıntı severler… Herkesin onları mükemmel olduğu için daha da sevdiğine inanırlar. Onlar için karar vermek oldukça zordur. Her şeyi kontrol etme çabaları ile sıfır hata yapma olasılıklarının arttığını zannederler. Olumsuzluklardan sık sık şikâyet ederler ve olmasına tahammül edemezler. Hele eş bulmak, tam bir işkence gibidir. Çünkü henüz dünyada aranılan kusursuz kişi yoktur. Ayrıca iş konusunda başarısızlıklarının nedenini kendileriyle çok fazla ilişkilendirdikleri için, açığa çıkan yetersizlik ve başarısızlık duygularıyla baş etmekte zorlanırlar. Başarısız olmamak adına ilgilenilen konuyu hayatının merkezinde tutarlar. Bu kişiler karşı tarafında kendilerine mükemmel davranmasını beklediklerinden hayal kırıklıkları yaşamaları ise an meselesidir. Belirsizliğe katlanamadıkları için hayatlarında korku ve kaygı duygusuna oldukça yer verirler… Rekabetin tükettiği bu insanların bir şeyleri fark etme zamanı!

NE YAPMALI!

Kendine kullandığın ‘meli-malı’ cümlelerini fark et! Yapmalıyım, almalıyım, yetişmeliyim… Bu eylemleri yerine getiremediğinde hissettiğin duygu ile nasıl baş edeceksin? Hadi şimdi başlayalım, önce bu ‘meli-malı’ cümlelerini değişelim. Olasılıkların olduğu ‘Yaparsam iyi olur, alırsam iyi hissedeceğim, yetişirsem süper olacak’ gibi yerine getiremediğinde ‘zorunda olmadığın’ cümleleri koyman sana kendini çok daha iyi hissettirecektir. Ya hep ya hiç tarzında ki düşüncelerine de el atman şart! Yaşam doğru-yanlış, var-yoklardan oluşmaz. Bu tarz düşünceler kaygı oluşturur. Griler güzeldir, seni strese sokmaz! İnsan her şeyden önce hata yapabilir. Bu şansı önce sen kendine tanı!

AİLENİN MÜKEMMELİYETÇİ KİŞİLİĞE ETKİSİ

Aşırı baskıcı aileler çocuklarının ilerde mükemmeliyetçi bir yapı geliştirmesine neden olur. Bu aileler kontrolün kendilerinde olduğunu hissetmek isterler. Çocuklarına sık sık nasıl davranmaları gerektiğini anlatırlar ve çocuğun fazla söz hakkı yoktur. Aşırı koruyucu bir tutum da çocuk üzerinde aynı etkiyi bırakır. Çocuğun yapması gerekenleri onlar yapar. Yemeğini bitirmedi diye elinde tabağıyla peşinde dolaşan anneler; çocuğu arkadaşlarıyla, sorun yaşadığı zaman onunla her gün okula giden anne ve babalar gibi… Ailenin çocuktan beklentisi yapamayacağı şeylerden ibaretse geçmiş olsun…

Hayat andadır. İnsan sürekli kendini başkasıyla kıyaslarsa mutsuz olması kaçınılmazdır. Mükemmeliyetçi yapıya sahip kişiler ne andan zevk alırlar ne de var oldukları şeylerden. Ayrıca, bu kişilerde OKB, Yeme Bozuklukları, Öfke, Stres ve Sosyal Fobiye çok rastlanır. İlk adım bu durumu fark etme ile başlar. Ardından gelen ‘başarı anlamını sorgulama’ ile belirli bir noktaya varılabilir. Olumsuzlukları da kabullenmek, hatalar ile yaşayabilmek gerek. Zaman öyle güzelce akıp giderken olasılıklara yer açmak ve “yeterince iyi” yapmak algısına sahip olmak daha iyi hissettirecektir.

Devamını Oku

Kendine Şefkat

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hatalı olduğumda da şefkat görmeye değerim…

İnsan başkası hata yaptığında daha kolay affediyor, kendi hatasına kıyasla. Bir yanlışı görmezden gelip, yüksek kredi tanıdığı, birçok dostu varken söz konusu kendi olduğunda oldukça acımasız eleştiriyor oysaki… Ben iyiysem herkes iyi, ben kendime yetersem herkese yeterim, ama ben kendimden vazgeçersem; kimseye faydam dokunmaz! O halde şefkat kurtarıcım olur, kendine şefkat.

Herkesin acıyı yaşama şekli farklıdır. Kimi içine kapanır, kimi ağlar, kimi kaçar, kimi yüzleşir… Peki, ya siz? Siz acıyı nasıl yaşarsınız? Yüzleşir ya da kaçar mısınız? Verdiğiniz tepkileri bilmek, süreci nasıl yönettiğinizdir. Başkasına verdiğiniz tepkiler gibi mi yaklaşırsınız kendinize de? Ağır, acımasızca yaklaşıyorsan sadece, şefkat duymuyorsun demektir kendine. O hâlde şefkati öğrenelim, kendine şefkati öğrenip, kendimizi daha çok sevelim…

Öz-şefkat; kişinin kendine de sevdiği birine davrandığı gibi davranmasıdır. İhtiyacı olan desteği, şefkati ve anlayışı kendine göstermektir. Dalai Lama’nın söylediği gibi “Şefkat bir davranıştır ve eylem içerir.” Sözel olarak ‘kendime şefkat duyuyorum’ dan daha öte bir şey. Kendimizi yargılamak ve eleştirmek yerine kendi kendimize şefkat göstermek, başarısızlıklarla karşılaştığımızda kendimize nazik olmak… Kendinin elinden tutmak belki de! Duygusal olarak destekleyici ve anlayışlı olmak! Bu bizim bağışıklık sistemimizi de güçlendirir.

Mükemmel yanım var bir de her şeyi tam ve eksiksiz yap diyen, sanki her şey benim elimdeymiş gibi. Yapamadığımda bir huzursuzluk kaplar içimi, içime dert olur durur… Peki, ya sonra? Sonrası aynı işte hep bir eksiklik hissi, yetersizlik hissi, affedememe… Sende kendine bu şekilde acımazsızca yaklaşıyorsan şefkate ihtiyacın var bil isterim, hey sen mükemmeliyetçi yanım!

Kendine şefkat anda kalman için kendini daha iyi hissetmen için birçok öneri sunar. Eyleme döktüğün davranışları bekler senden. Hiç bir şey yapmadan olmaz. Sadece sevmek yetmez… İçinde düşman yoksa dışardakiler seni incitemez. Öz eleştiri dediğimiz şefkatin dostumu düşmanımı belli olmayan bir durum daha var tabi. Arada içindeki düşmana dönüşen, arada en daim dostun olup seni geliştiren… Nedir insanoğlunun içinde büyüttüğü, kaybettiği kimliği? Yetiştirilme şekli… Küçüklüğünün nasıl geliştiği ve birilerinin ona kendini suçlaması için fırsat verdiği! Yapma, sen ne anlarsın, öyle giyinme, düzgün davran… İşte tam olarak burada kendine şefkat gösteren bir yetişkin, hayata bakış açısını değiştirir, bakış değişirse duygusu değişir, duygusu değişirse davranışları değişir…

Birçok hastalığın kendine şefkat ile iyileşebileceğini biliyor muydunuz? Stres, mükemmeliyetçilik, gelecek kaygısı, anksiyete… Her şey öz’de başlar. Önce kendimize şefkat duymalıyız ki karşı tarafın bize duyduğu şefkati fark edebilelim. Özelliklede zor zamanlarda kendimize nazik davranarak yargılayıcı olmadan gerekli desteği kendimize sağlamalıyız. Böylece öz-şefkatimiz artar. Eric Fromm’un dediği gibi: “İnsanın kendini dışarıda bıraktığı hiçbir sevgi kuramı erdem olamaz.”

Öz şefkat ile her şeyi kontrol etmenin mümkün olmadığını, hayatta zorluklar ve talihsizlikler olabileceğini, yaşadığı durumlar sebebiyle kendisini suçlamamayı ve cezalandırmamayı öğrendiğimiz nice güzel insanlara…

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.