Psikolog Ulaş Kondakçı

Unutmak…

İnsanın en eski savunma mekanizmalarından biri. Acıyı hafifletmek, nefes alabilmek, yeniden yola çıkabilmek için bazen hatırlamaktan kaçarız. Bireysel düzeyde, unutmak kimi zaman bir sığınak olur; zihnimiz, ruhumuzun kaldıramayacağı yükleri raflara kaldırır. Ama toplumsal düzeyde, unutmak çoğu zaman tehlikeli bir sessizliğe dönüşür. Hatırlamadığımız her şey, tekrar yaşanma riskini taşır.

6 Şubat’ta Hatay’da yaşanan deprem, yalnızca şehirleri değil, insanların iç dünyasını da yıktı. İlk günlerde hepimiz, kaybın ve çaresizliğin en derinini hissettik. Hepimizin zihninde aynı görüntüler vardı: yıkılmış binalar, sessiz çığlıklar, elleriyle molozları kazıyan insanlar… Ama zaman geçti. Günlük hayatın koşturmacası, ertelediğimiz işler, “sonra bakarız” dediğimiz yarımlar, yavaş yavaş yerini unutmaya bıraktı.

Oysa deprem, sadece binaları değil, güven duygumuzu da yıktı. Geleceğe dair inancımızı sarstı. Bazılarımız hâlâ geceleri o anı rüyasında görüyor, bazılarımız deprem çantasını kapının yanından kaldıramıyor. Kimimiz ise bu acıyı hafifletmek için kendimizi unutturmaya zorluyor.

Bireysel olarak unuttuğumuzda, kendi yaralarımızı inkâr ederiz. Toplumsal olarak unuttuğumuzda ise, aynı acılar kapımızı tekrar çalar. Hatay’ın hafızası, sadece moloz yığınlarında değil, insanların sessizce içine attığı duygularda yaşıyor.

Unutmak bazen iyileştirir; evet. Ama Hatay söz konusu olduğunda, unutmamak, iyileşmenin tek şartıdır. Çünkü hatırlamak, hem kendimize hem de birbirimize karşı sorumluluğumuzdur.